Latest Entries »

k.jpg

NAMAZ

NAMAZ

Kalp Üzülür, Göz Yaşarır
Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Allah iman edenleri dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder. Allah zalimleri saptırır ve Allah dilediğini yapar.” (İbrâhim, 27)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Kardeşiniz için mağfiret dileyin ve sebatkâr olmasını niyâz edin. Çünkü şimdi ona suâl soruluyor.” (Kenzü’l-ummâl, XV, 557,601)

Rivayet edilir ki Hz. Peygamber (sav) oğlu İbrâhim’i defnedince kabri başında durup şöyle dedi:

“-Oğulcuğum! Kalp üzülür, göz yaşarır. Fakat Rabbimizi kızdıracak bir söz de söylemeyiz. Şüphesiz biz Allah’a âidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz. Oğulcuğum! ‘Rabbim Allah’tır, dinim İslâm’dır, babam da Allah’ın Peygamberidir.’ de.”

Bu durum karşısında sahabiler ağladı. Ağlayanlardan birisi de Hz. Ömer (ra)’di. Hz. Ömer’in sesi iyice yükselince Hz. Peygamber (sav) ona döndü:

“Seni ağlatan nedir, ey Ömer?” diye sordu.

O da:

“-Ey Allah’ın Rasûlü! Henüz bülûğ çağına ermediği ve amelleri yazılmaya başlamadığı halde şu oğlunuz, sizin gibi birisinin tevhîdi telkin etmesine ihtiyaç duyuyorsa, hem bülûğa ermiş; hem de amelleri yazılıp duran ve sizin gibi telkincisi de olmayan Ömer’in hâli ne olacak?!” dedi.

Bu söz üzerine Hz. Peygamber (sav) ve sahabiler ağlamaya başladı. Bunun üzerine Cebrail (as): “Allah, iman edenleri dünya hayatında da ahirette de sağlam sözle tesbit eder.” ayetiyle geldi. Hz. Peygamber’in bu ayeti okuması üzerine herkes memnun oldu, gönüller sükûnet buldu ve Allah’a şükrettiler. (Buhâri, Cenâiz, 43; Müslim, Fedail, 62)

 
Kısa Günün Kârı

Her zaman tevhidi telkin edelim.

Lügatçe

mağfiret: Allah’ın, kullarının günahlarını bağışlaması.
bülûğ: Ergenleşme.

sükûnet: Durgunluk, suskunluk.

ALTINOLUK dan alıntıdır.

ÜÇ AYLAR

Üç Aylardan Sonra

Üç aylar manevî ticaret bakımından çok bereketli, kazançlı ve sevaplı bir mevsimdir. Bu mevsimde yapacağımız mânevi" çalışmalar, iç âlemimizde bambaşka ufuklar açar. Ancak, bu aylarda kazanılan ruh disiplinini daha sonra da devam ettirmek gerekir. Çünkü bir sonraki üç aylara erişebileceğimiz hususunda elimizde bir senet yoktur
Her yıl uğrayıp manevî hayatımızı nurlarla ışıklandıran üç ayları gerilerde bırakırken, Onun bizlere yaşattığı sonsuz hazları hiçbir zaman unutamayız. Kadir Gecesinde ışıl ışıl yanan caddelerde akan nur selini nasıl hatırlarımızdan çıkarabiliriz?

İftar sofralarının feyzi yıl boyunca burnumuzda tütmez mi? Sahurların bereketini unutabilir miyiz? O kudsî hatıraları elbette unutamayız. Özler, arar ve bekleriz.
Ama tabiî ki kuru bekleyiş ve özleyişle yetinmeyiz. Üç aylarda ve bilhassa Ramazan’da kazandığımız manevî disiplini yıl boyunca da devam ettirmeye çalışırız.

Yine namaz kılarız, zaman zaman oruç tutarız, başkalarına yardım ederiz. Malımızla, canımızla ve dilimizle Allah yolunda cihada koşarız. Nefsani his ve arzularımıza kulak vermeyiz. Huzur verici hatıralarını içimizde yaşattığımız mübarek üç aylarda kazandığımız manevî havayı devam ettirmeye çalışırız.

Hayat sermayesinin durmaksızın elden çıktığını unutmayıp bir daha gelecek nur ve huzur mevsimine ulaşıp ulaşamayacağımız ümit ve endişesini her zaman canlı tutarak âhiret hazırlığına aynı şekilde devam ederiz.

Böylece, gelecek yılın o mübarek mevsimlerine yine aynı ruhla ve temiz vicdanla erişmeyi umarız. Bu ruh içinde hayatımız devamlı bir gelişmeye ve ilerlemeye sahne olur. Allah’ın rızasına erişme yolunda dâima ileri gideriz ve bu ilerleme, inşallah son nefese kadar devam eder.

Zilhiccenin’nin On Gecesi
Ramazan ayının son on gecesi feyizli, bereketli, nurlu ve sevabı bol gecelerdir. Hac mevsimi olan Zilhicce’nin ilk on günü ve geceleri de o nisbette aydınlık ve ışıklı zaman dilimleridir.

Fecr Suresinin 2. âyeti olan "Yemin olsun on geceye" âyetinin tefsirinde bu on gecenin Zilhicce’nin ilk on gecesi olduğu hakkında tefsir ve izahlar, vardır. Muharrem ayının ilk on gecesi veya Ramazan ayının son on gecesi olduğu hakkında değişik ve farklı tefsirler varsa da, ağırlıklı görüş Zilhicce’nin ilk on gecesidir.

Zaten Zilhicce’nin yedisini sekizine bağlayan gece Terviye gecesidir, sekizini dokuzuna bağlayan gece Arefe Gecesi, dokuzunu onuna bağlayan gece de Kurban Bayramı gecesidir.

Bu husustaki hadislere baktığımızda fazilet ve kıymeti bakımından Zilhicce’nin ilk on gecesinin önemi hemen anlaşılmaktadır.
Efendimiz bu geceleri değerlendirmemizi tavsiye ederken şu mealdeki hadisleriyle de bizleri Cennet yolu olan zikir ve ibadete davet ediyor.
Ebû Hüreyre’nin rivayetine göre ise, "Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesine denktir."(1)

İbni Abbas’ın rivayetine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu:
“Allah katında içinde bulunduğumuz şu günler (Zilhicce’nin ilk on günün)deki salih amelden daha sevimli (salih amelin bulunacağı) başka günler yoktur.”

Sahabiler, "Yâ Resulallah, Allah yolunda cihadda mı?" diye sordular.
Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam, "Evet, Allah yolunda cihad da. Meğer ki bir adam nefsiyle ve malıyla cihada çıkıp da kendisine ait mal ve nefisten hiçbir şeyi geri getiremez olursa, (işte onun ameli bu on gündeki amelden daha faziletlidir)" buyurdu.(2)

Hadislerde zikredilen Zilhicce’nin ilk on gününden maksat ilk dokuz günüdür. Çünkü Zilhicce’nin onuncu günü Kurban Bayramının birinci günüdür, bugün oruçlu olmak caiz değildir. Müstehap olan oruç, Kurban Bayramından önceki ilk dokuz gündür.

Bugünlerde birkaç milyonu bulan büyük bir İman topluluğu Mekke caddelerinde İlâhi aşk ve sevgiyle çalkanmakta, Kâbe-i Muazzama, yurdunu yuvasını, çoluk çocuğunu terk eden fedakâr mü’minlerle dolup taşmaktadır. Hepsinin tek gayesi vardır: Allah’ın rızasını kazanmak, Onun af ve bağışlamasını celbetmek, ebedi emellere ve ruhani neşelere ulaşmaktır.

Böyle yüce bir gaye uğrunda iman heyecanıyla ürperen mü’minlerin ruhaniyetleri hepimizin kulluk ufkunda rahmet bulutları sevk etmekte, oralardan esen inayet rüzgârları gönüllerimizi sarmakta ve Cennet-misâl zevk ve safalarla doldurmaktadır.

Bu günleri ve geceleri şimdiden şuurlu ve uyanık halde geçirmek Kurban Bayramı neşesine, hac ibadetinin o ulvi ve saadet dolu anlarına hazırlanmak, hacca gidemesek dahi, o İlâhı ziyafetten azami ölçüde istifade etme yoluna girmeye gayret göstermektir.

Gündüzleri mümkünse oruçla, geceleri de zikir, namaz, istiğfar, salavat getirerek geçirmek ve kendimizi Kur’ân-ı Kerime muhatap alarak iç zenginliğimizi arttırmaya çalışmak her yönüyle güzel bir alışkanlıktır. Böylece hacca girmeden de halis bir niyetle hac sevabını, Arafat’ta vakfeye duramasak da kendimizi hayalen ve kalben o mekanda farz ederek o anların zevk ve neşesinden mahrum kalmamış oluruz.

Kaynaklar
1) İbni Mâce. SıyamT39.
2) İbni Nfâce, Sıyam:39.13. İbni Hacer, 5:119.

Mehmet Paksu,Mübarek Aylar, Günler ve Geceler (ALINTI)

UCU YANDI KANADIMIN, ATEŞİ TATTIM…

 

    UCU YANDI KANADIMIN, ATEŞİ  TATTIM…

 

 

     ayn..şın..kaf..Üç harf kağıda yazılan; zahir de üç harf…Yere düştüğünde  hürmetle eğilip alınası, öpülüp alna konulası…Narı görünen de korkutan da, içine düştüğünde vatan olan, yürekler de dağ dağ hasretlere, dağlanmış yaralar katan…Aslındaki büyüklüğüne rağmen , üç harfiyle tevazuu bulan…Okunduğunda harfleri , ateş tabiatıyla ayn; su tabiatıyla şın; hem ateş hem su tabiatıyla kaf…Hem ateş hem su…Hem tebessüm, hem göz yaşı…Ateş ki gönülde ve su her dem gözden gönüle…

 

     Bir gayretle ‘ aşk’ deyü okunduğunda yer gök inlermiş…Dünya  yaratılalı beri hep ‘aşk’ hikayeleri dinlermiş…Bu dertle  gönlü hoş olanların adı dillere  düşermiş…Şu meczup mu aşık, ötedeki mi, nefes alır göründüğüne bakma, o yaşamıyor artık…Onlar duymamışlar bile  söylenenleri; dökmüşler kağıda, gönüllerinden geçenleri…Kendilerini diyememişler de başkalarını anlatmışlar hep…Leyla olmuş biri, Mecnun diğeri…Kerem biri, Aslı diğeri..İnsanın bu yükü taşıyabileceğine akıl yetirememişler…’susamışlıklarını susamamışlar; kınansa da bülbül olmuş biri, gül diğeri…Pervane biri, şem diğeri…

 

 

       Pervane aşk masallarının vazgeçilmez kahramanı. En yüreklisi belki de, en gözü karası. Âşıkların gözyaşlarını inci diye yüzüne, yürek dertlerini dinsin diye sözüne düzdükleri dertnamelerin en güzel yazılanı. Mumun fitili  alev aldığında ki aşkla tutuşup kendini görünür kıldığında  -adı artık şem olduğunda- yani  "aşk odu evvel maşuka, andan aşıka düşende" ,  pervane meftunmuş ateşe… Ateşin verdiği azaba vurgun, boynu bükük razı… Eyvah kader bildiği bu yazı…

 

      Bir de aslı varmış bu masalın… İmam gazali anlatıyor. Aynı dertten muzdarip, tanışık pervane ile. Sormuş olmalı, âşıkların toplandığı bir mecliste. Meğer pervane gün ışığına meftunmuş. Zaman geçip de gün doğduğu gibi batıp yitince, her yere zifiri karanlık çökünce ve  şemin alevi, gecenin en kararmış yerinde  görünür olunca aşk olarak bir bildiği  gün ışığı olan pervane mumun salınan ışığına rast gelip, boynuna dolanan yalımına hedef olunca;  bu en "nur"  zannettiği nuru günışığından açılan bir pencere zannedermiş. Tutunsa bu ateşe, o da tutuşsa bu ateşle gün ışığını bulacak sanki. Kim aşığa söz geçirebilmiş ki. Söz dinlememiş  pervane de, söz dinletememiş yüreğine   şevkle atmış kendini ateşe.  Ve azap. Ucu yanmış kanadının. Ah o eşsiz tad! Tekrar bakmış şeme, mütebessim pervane… İşte yine gördüğü O; günışığıymış. Ve tekrar kanat çırpmış, artık tek yön bildiği ateşe. Pervane ders almak bilmezmiş, şemsiz, ateşsiz  kanat çırpsa ne!

 

      Pervanenin derdi, aslında sizin derdiniz de değil mi? "Ben asıl Leylamı buldum" dedirten… Sizin diğerine sevginiz onda gördüğünüz asıl güzelden değil mi? "bende"liğiniz  onda tecelli edene değil mi?  "bizi bilmeyen ne bilsin, bilenlere",   o güzeli taşıyana ve taşıyanda görenlere selam olsun…

 

      Şimdi siz de bırakın tüm karanlığı ile gelsin gece. Kapatın ışıklarınızı ve bir mum yakın. Bir pervane girsin her tarafı dört duvar odanıza nereden yol bulup girdiğine siz de şaşırın. Onlar anlatsınlar siz dinleyin bakalım, duyabilecek misiniz kanat seslerini? Biraz sonra sizin kalp atışlarınız ile pervanenin kanat sesleri aynı ahengi yakalar kimbilir. Ve  pervane can verip şemin ayağının ucuna düşerken, birde bakmışsınız siz kanatlanmış uçuyorsunuz şemin etrafında. Sümmani ‘ nin sözleri kulaklarınızda…

 

           sakiden mest almış mestane isen

 

           terk-i ziynet eyle divane isen 

 

           gönül semasına pervane isen

 

           o yarin uğrunda hep yanmak lazım

                                                                                                    

                                                                                                                                                                                                                                                                                                       Sevda Kural (birdenbire dergisi)ALINTI

RAMAZAN MÜJDESİ :)

Ramazan Müjdesi

Ramazan’ın ilk günü ile birlikte nur ve feyiz dolu bir mevsimi yaşamaya başlarız. Kâinat şenlenir, dünya Cennetten süzülen nurânî bir hava ile dolup taşar.. Ulvi âlemlerin masum ve mübarek sakinleri öbek öbek mü’minlerin çevresini sarar. Rahmet ülkesinden müjdeler, kâinatın Rabbinden selâmlar ve mağfiret ümitleri getirir, Ramazan ayı…
Mukaddes kelâmın nazil oluşunun yıldönümünü mü’minlerle birlikte cinler, melekler; ağacı, çiçeği, böceği, kurdu, kuşu, denizi ve deryasıyla yaşlı dünyamız da kutlar. Görünen ve görünmeyen âlemlerde tam manâsıyla bir bayram havası yaşanır.

Bu ayın Cenâb-ı Hak katında müstesna bir yeri vardır. Yüce Rabbimiz kendisine muhatap olarak seçtiği kullarına sonsuz rahmetinin en geniş tecellilerini bu aya tahsis eder. Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere! Tevrat, Zebur ve İncil gibi diğer semavî kitapların da bu ayda indirilmiş olması, bu günlerin kıymet ve kudsiyetini artıran diğer bir husustur.

Mü’minlere İlâhî bir ihsan olarak bu günleri birer güzel fırsat bilerek değerlendirme, Rablerine olan kulluk derecelerini gösterme, Ona muhatap olabilme gayreti içine girerek tam bir ihlâs ve şuurla ibadet ve taate koşarlar.

Bu gayretin neticesi elbette karşılıksız kalmayacaktır. Oruç tutup, Ramazan ayını bir kulluk şuuru içinde geçirenler tatlı bir ânı yaşadıkları, huzura erdikleri gibi pekçok nimete de mazhar olurlar.

Ubâde bin Samit anlatıyor:
Ramazan ayının başladığı bir günde Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu:

“İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ay, yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyle ise kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah’ın rahmetinden nasibini alamayandır.”(1)

Ramazan her yönüyle bir ibadet mevsimidir. Her mü’min namazı, orucu, iyilikleri hizmetleri ve duâsıyla bu rahmet ve bereketten nasibini almaya çalışır. Bilerek veya bilmeyerek yapmış olduğu günahları için Allah’tan af diler. Rabbine niyazda bulunur.

Cenâb-ı Hak da kulunun bu samimi dua ve niyazını karşılıksız bırakmaz, günahlarını affeder, rahmetine garkeder.

Ramazan ayının kudsiyet ve bereketini bildiren şu hadis-i şerifi birlikte okuyalım. Peygamber Efendimiz geniş anlamda bu hususu dikkatimize vermektedir.

Selmân-ı Fârisî (r.a.) anlatıyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam Şaban ayının son günlerinde bize irad ettiği bir hutbede şöyle buyurdu:

“Ey insanlar büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınızın üstüne düştü. Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazı meşru kıldı. Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan, başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.
Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.
Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir.
Bu ay yardımlaşma ayıdır.
Bu ay mü’minlerin rızkını arttıracak aydır.
Bu ayda her kim oruçlu bir mü’mine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur.”

Ashâb-ı Kiramdan bazıları, “Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz” dediler.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, “Allah bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mü’mine iftar ettirene de verir” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler:

“Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur.
Bu ayda kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse, Allah da onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.
Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasleti fazlasıyla bulundurmaya çalışınız. Bu dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz, diğer ikisinden ise hiçbir zaman ayrı kalamazsınız.

Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, kelime-i şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir.
Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan Cenneti istemek, diğeri de Cehennemden Allah’a sığınmaktır.
Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.(2)
Kaynaklar:
(1) et-Tergib ve’t-Terhîb, 2:99.
(2) A.g.e, 2:94

HAYIRLI ,BEREKETLİ VE HUZURLU BİR RAMAZAN AYI DİLİYORUM DUA İLE…

Kul hakkından da ağır olan gıybet!..

لَايُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ
الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَميعًا عَليمًا

Nisa/148: zulme uğrayanların dışında çirkin sözün açıkça söylenmesinden hoşlanmaz. her şeyi hakkıyla işiten hakkıyla bilendir.

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اجْتَنِبُوا كَثيرًا مِنَ الظَّنِّ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ تَوَّابٌ رَحيمٌ
Hucurat/ 12: Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde ‘tan korkun. Şüphesiz tevbeyi çok kabul edendir çok merhamet edendir.

اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفى خُسْرٍ
Hümeze/ 1: Mal toplayıp onu tekrar tekrar sayan insanları arkadan çekiştirip kaş göz hareketleriyle alay edenlerin    

(hümeze ve lümezenin) vay haline!


İzin verme
Ruhunu zincirlere vurmalarına
Ağlamanı görmelerine
İzin verme
Bırak en yakın dostun
Dilsiz duvarlar olsun
Sen yine palyaço maskeni takıp çık sahneye
Her zamanki rolünü oyna
Şu herkesin oynadığını
Sonra sen de hüznünü yaşa
Herkes gibi…


GÖZYAŞI

ARZ-U HALE KİFAYET ETMİYORSA

LİSAN, SUSMALI.

GÖZYAŞI AKMALI,

KİŞİNİN DUASI KABUL OLACAKSA

ONU GÜNAHSIZ BİR AĞIZLA

ANCAK DOSTU YAPMALI…

 

 Ben beni bıraktığım zaman
Sen beni bırakma YA RAB !!!

 
 
ELBET BULUNUR, BiR GÜZELLiK BiR

……..ÇiRKiNDE…….                                                           

 iNCi GiBi GÖRÜNÜR DİŞLER
                                                                …….ZENCİDE…..

Görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin.

 Çirkindir ya tırtıl gönlünü çelmez. Görünenin ötesine geçmek istersen,

 aradan örtüyü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan, kelebeği bulursun karşında.

Güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar. Lâkin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe

değil tırtıla sevdalanırsın…"

SEN SANA YOL VAR MI?

Senden sana yol var mı?

Yokluğun kor bana… Sensiz, bin ateş parçasına bölünür kalbim. Tenimde cehennem cehenneme düşer, bir daha yanar. Avucumda denizler kurur; çöller başlar.

Gözüme geceler üşüşür; sabahlar ürküp uzaklara kaçar. Sözlerimi hece hece alev sarar; dudağımda yangınlar başlar. Korkarım, bir kez “su” dersem sular alev alır.

Susuşun zor bana. Sensiz, yokuşlar uzar, yollar uçurumlara uğrar. Yaraların kabuğu açılır; ırmakların yatağı daralır. Sele kapılır dağlar; köprüler geçilmez olur. Dünyanın bütün taşları kirpiklerime biner; güneşlerin hepsi çöle iner. Elimde kalır ağıtların hepsi; kimse duymaz, kimse ağlamaz, kimse anlamaz. Bir kuyuya iner gibi; tozlanır şiirler, güfteler silinir, şarkılar boğulur. Harfler harflere bitişmez olur. Sahipsiz kalır keman; telleri kopar bağlamaların… Ahenk bozulur; nefessiz kalır neyler. Bir “Ah!” etsem, “Ah!”ların hepsi ağlar.

Varlığın koca bir dağ bana. Şirin bu kadar uzak değildi Ferhat’e. Sadece dağlar ayırdı onları. Dağdan sonrası Şirin’di. Dağın berisi Ferhat’ti. Sen ise dağın kendisisin. Kazıp da yakın edeceğim bir yer yok ki Şirin’e Ferhat olayım. Aşıp da kavuşacağım bir yâr yok ki sana geleyim. Sanki bir yanım dağ, bir Ferhat’tir benim. Kimi kimden uzak bileyim? Su içecek dudaklar kurudu, kime sular getireyim? Sular serinliğini yitirdi; kime sâki olayım?

Yokluğunu sor bana. Mecnun’un gözünde Leylâ değilsin ki, sana gelmek için çölleri göze alayım. Çölleri hepten yaktım; kumlar dağıldı, tozlar uçuştu. Aşk kalplere küstü, kuyulara düştü. Koynuma gömdüm ayrılığını ve her bahar yokluğunu meyve verdim. Mecnun beni deli sandı. Leylâ gözlerime aldandı; gözlerini gözlerimde aradı. Araya dağları koydum; kimse aldırmadı. Nice deniz kıyısında nice sevgili bekledim; hiçbirinden selam gelmedi. Şişelere bırakılmış mektuplar gördüm; okuyan olmadı. Ah, sevdiğim, sen yoksun buralarda, tadın da tadı kaçtı, lezzetler hüzne bulandı. Şöyle incecikten bir kez “aşk” desem, şiirler utanır, şarkılar kör olur, türküler köyden kaçar. Yokluğunu bir sorsan bana, cevapların cümlesi kılıç kuşanır, suların hepsi köpürür, kuru dallar bin defa kırılır, kuşlar bin kez daha dağılır.

Hasretin nâr bana. Kuraklığın dudağı çatlar adını söyleyince. Pervane ateşi bırakıp yüzüme koşar; yanmaya gelir. Buzullar dudağıma koşar, erimeye özenir. Mumların alevi parlar seni anınca. Gölgeler senin adının altında serinler, dinlenir. Nicedir kirpiklerimde taşıdığım taşlar yoluma düşer; hüznüme yaslanır, ağlar, ağlar, ağlar. Bütün yangınların bütün külleri bana savrulur; anka kuşlarının hepsi gözlerimin içine bakar, bir kez daha uçmak için yalvarır. Yangını da yaktığımdan, küllerin hepsi yine, yeni ve yeniden küllenir. Adını ağzıma alsam, her yere her zaman yağmur yağar, denizler denizlere koşar, bütün dağlardan bütün dağlara kuşlar kanatlanır.

Sızın yâr bana. Seni yitirdiğimden beri, elimden ayrılıklar tutuyor; el ele dolaşıyoruz terk edilmiş sahilleri. Acıların canı yanıyor adını anınca, susayım diye yalvarıyorlar. Yaralar senin susuşunla yaralanıyor; bir söz umuyorlar dudağından merhem olur diye. Bir bilsen, ne kadar zamandır kapımda bekleşiyor unutuşlar, “bir yol bizi de hatırlasın” diyorlar. Geceleri sokak lambalarının loşluğuna sığınıp birbirlerine sarılıyorlar ama yine de çok üşüyorlar. Bir sabah gelip yüzlerini tek tek öpüp okşarsın diye umuyorlar. Bir de, evden kaçmış mutluluklar var; hâlâ sığınacak bir köprü altı arıyorlar ama gözleri aydınlık pencerelerin önünde, belki sen ekmek verirsin diye bekliyorlar. Umutlar var hemen aşağı mahallede, gecekondu yapmışlar kendilerine, köylerini bırakmışlar, kalplerden sürülmüşler. Gelirsin diye yolunu gözlüyorlar. Yolları sorma, onlar hepsinden perişan, sevgilinin köyüne dolanmak için can atıyorlar, kıvranıyorlar ama nafile… Sen olmayınca, yollar da yolda kalıyor, ayakları taşa dolanıyor.

Neredesin ey sevdiceğim? Sensiz ayrılık bile ayrıldı sevdiğinden. Sensiz hüzün de mahzun oldu. Sensiz şiirler yarım kaldı, dudağa değmedi; sadece bir fısıltını bekliyorlar. Heceler senin elinden tutup şarkılara sokulmak istiyorlar. Haberin var mı sevdiceğim, burada kuşlar yuvaya uçmuyor; gurbet bile gurbete düşüyor. Duydun mu, burada bahar geldiğine pişman oluyor; güzün yaprakları kuruyor.

Belki okursun diye buraya yazıyorum, harfler seni hecelemek için sabırsızlanıyor. A olmayınca Ş dudağa yapışıyor, sessiz kalıyor. K olmayınca, A ve Ş boşluğa düşüyor, anlamsız kalıyor. “A”, “Ş” ve “K” senin adının kucağında büyüyor, senin anlamının sıcağında doyuyor.

İnan bana, sensiz ayrılık bile ayrılık olmuyor, kavuşmak bile tat vermiyor. Sensiz ne seven sevebiliyor, ne sevilen sevildiğini biliyor. Sensiz sözler boşluğa düşüyor, sensiz kalem kâğıda dokunmuyor, sensiz dudak dudağa değmiyor. Sensiz ne sevda seviniyor ne veda üzülüyor. Sensiz hüzün bile yüze gelemiyor, acılar utanıp kuytulara saklanıyor.

Yokluğun kor bana ey aşk.

Sende yak beni, ateşe at sözlerimi.

Suskunluğun zor bana ey aşk.

Ben sustum, sen söyle iyiliğimi.

Senai Demirci               Alıntı